“Tamamdır,” dedi ellerini silerken. “Artık mesele yok.”
Gülümsedim. “Teşekkür ederim Selim. Sana bir borcum var.”
Omuz silkti ve gözlerimin amacıylae baktı. “Akşam yemeği yeterli olur mu?”
Bir an donakaldım. Beni yemeğe mi çağrı ediyordu?
İçimdeki o tanıdık kuşku sesi konuşmaya başlamıştı ama Selim’in bakışlarında bana emniyet veren bir şey vardı.
“Olur,” dedim. “Güzel olur.”
O an kabul ettiğim bu çağrıin hayatımı tamamiyle değiştireceğini bilmiyordum.
Altı ay sonra çocukluk odamda, aynanın karşısında gelinlik içersinde duruyordum. Otuz dokuz yaşındaydım ve bu tür bir günün geleceğini hiç düşünmemiştim.
Düğünümüz küçüktü; yalnızca yakın ailemiz ve birkaç dostumuz vardı. Tam hayal ettiğimiz gibi.
Nikâh esnasında Selim’in gözlerine baktığımda içimde tanım edemediğim bir huzur hissettim.
“Evet,” dedim fısıltıyla.
“Evet,” dedi o da titreyen bir sesle.
O gece, herkes gittikten sonra Selim’in evine—artık bizim evimize—geldik. Üzerimi değiştirmek amacıyla banyoya geçtim. Yatak odasına döndüğümde ise olduğum yerde donup kaldım.
Selim yatağın kenarında oturmuş, alçak sesle birisi ile konuşuyordu… ama odada diğer kimse yoktu.
“Bunu görmeni istedim Elif,” diyordu. “Bugün her şey çok güzeldi. Keşke burada olsaydın.”
“Selim?” dedim ürkekçe.
Yavaşça arkasını döndü. Yüzünde suçluluk vardı.
“Kiminle konuşuyordun?” diye sordum.
Derin bir soluk aldı. “Kızım Elif’le.”
Bana kızının öldüğünü söylemişti. Ama bunun bu şekilde olduğunu bilmiyordum.
“Annesiyle eş güdümlü bir kazada öldü,” dedi sesi titreyerek. “Ama bazı durumlarda onunla konuşuyorum. Sanki hâlâ yanımdaymış gibi. Bugün seni görmesini istedim.”
İçim acıyla doldu. Ama korkmadım. Kızmadım. Sadece onun taşıdığı yükü hissettim.
Yanına oturup elini tuttum. “Anlıyorum,” dedim. “Yas tutuyorsun. Yalnız değilsin.”
Gözleri doldu. “Sana daha evvelce söylemeliydim.”
“Artık eş güdümlüyiz,” dedim. “Bunu da eş güdümlü aşarız. Gerekirse birisi ile konuşuruz.”
Başını omzuma yasladı. “Teşekkür ederim.”
O an anladım ki aşk mükemmellik değil; yaralarıyla eş güdümlü birini seçebilmekti.