Kocamı kaybedeli tam beş yıl oldu. O günden beri yaşadıklarım bana hâlâ gerçek dışı geliyor. Ölümü ani, beklenmedik ve dayanılmaz derecede acı vericiydi. O gece şiddetli bir yağmur vardı. Elektrikler kesikti ve zemin çok kaygandı. Kocam dükkândan yeni dönmüştü. Merdivenlerin başında ayağı kaydı ve tüm basamaklardan aşağı düştü.
Gürültüyü duyan komşular koşarak geldi, ben ise şok içinde çığlık atmaktan kendimi kaybetmiştim. Doktor, olay yerinde hayatını kaybettiğini söyledi. Hiç kimse kazadan şüphelenmedi. Herkes bunun talihsiz bir kaza olduğuna inandı. Sonraki yıllar benim için adeta sisli bir boşluk gibiydi. Hayatımda sürüklenen bir gölge gibi hissediyordum.
Beni ayakta tutan tek şey, kocamın bana düğün hediyesi olarak verdiği, yatak odamızın penceresinde duran leylak renkli orkideydi. Bu saksının bir gün bana hiç tahmin etmediğim bir gerçeği göstereceğini asla düşünmezdim.
Her şey güneşli bir öğleden sonra oldu. Komşunun kedisi yine balkonuma atladı ve köpeğimi kovaladı. İkisi de orkidenin bulunduğu rafa çarptı. Bir anda saksı yere düştü. Kalbim sıkıştı. Hemen koşup baktım. Kocamdan kalan son hatıra yerde paramparça olmuştu. Parçaları toplamaya çalışırken toprağın içinde küçük bir şey gördüm: Sıkıca sarılmış, siyah bir iple bağlanmış, minik bir kumaş bohçası. Toprağa derinlemesine gömülmüş gibiydi. Olduğum yerde donup kaldım. Bu saksıyı bana kocam vermişti. Fakat içine bir şey sakladığını hiç görmemiştim. Elleri titreyen bir şekilde bohçayı aldım. Kumaşı sararmış ve yıpranmıştı; uzun zamandır orada durduğu belliydi, Açtığım anda içimde buz gibi oldu çığlık çığlığa elimden fırlattım….devamı sonraki sayfada
Açtığım anda içimde buz gibi bir ağırlık çöktü. Bohçanın içinden, önce avucuma sığacak kadar küçük bir anahtar çıktı. Paslanmış, eski tip bir anahtar… Kocamın ömrü boyunca hiç kullanmadığını bildiğim bir şey. Ama asıl beni yerle bir eden ikinci parça oldu: kırışmış, nemden lekelenmiş küçük bir not kâğıdı. Kâğıdı elime aldığımda dizlerimin bağı çözüldü. Yazıyı tanımak için fazlasına gerek yoktu—kocamın el yazısıydı.
Sana hiçbir şey söyleyemedim… ama biri beni izliyor. Sakladığım şey ortaya çıkarsa başımıza çok büyük bir tehlike gelebilir. Eğer bir gün bu notu okursan, lütfen dikkatli ol. O gece merdivenlerde düşmem belki de bir kaza olmayacak…” Not burada kesiliyordu. Ellerim buz kesmişti. İçimde bir yer, beş yıldır dikkatle sakladığım yasın altına gömülmüş olan şüpheyi gün yüzüne çıkarıyordu. Kocam… o gece gerçekten mi düşmüştü? Yoksa biri ona mı dokundu? Ayağa kalktım, hâlâ orkidenin kırık parçalarının arasında duruyordum. Güneş batarken odanın içine uzun gölgeler düşüyordu; sanki her şey, yıllardır üzerime çöken o sis tabakası dağılıyormuş gibi görünüyordu. Bana kalan tek ipucu elimdeydi: küçük bir anahtar ve yarım kalmış bir itiraf. O gece dükkâna gitmeye karar verdim. — Dükkânın kapısı kapanalı yıllar olmuştu; yine de pas kokusu, raflardaki eski kutular ve kocamın bıraktığı dağınıklık hâlâ yerli yerindeydi. Arka odaya yürürken kalbim öyle hızlı atıyordu ki sesinin yankısını duyacak sandım. Odanın köşesinde paslanmış bir metal dolap vardı. Daha önce birçok kez görmeme rağmen hiç açmayı düşünmemiştim. Çünkü hep kilitliydi. Çünkü hep sıradandı. Anahtarı titreyen ellerimle kilide yerleştirdim. Bir tık sesi… Ve dolap açıldı. İçeride bir kutu vardı. Üzeri siyah bir bezle kaplanmış, ağır görünümlü bir kutu. Kutuyu raftan alırken içimden bir ses beni durdurmak istedi ama çok geçti. Kapağını kaldırdığımda, gözlerim dehşetle irileşti. Kutunun içinde, kocamın ölümünden önceki son haftalarda yazdığı bir günlük, birkaç fotoğraf ve tanımadığım bir adamla çekilmiş, yüzü karalanmış bir belge vardı. Günlüğün ilk sayfasında şu cümle yazıyordu:
O an arkamdan bir ses geldi. Zemin hafifçe gıcırdadı. Biri odanın girişinde duruyordu. Boğazım kuruyordu, kalbim kaburgalarıma çarpıyordu. Yıllardır çözülemeyen o sis… o an tek bir gölgede toplandı. Ve o gölge konuştu: “Onu sonunda buldun demek.”